Yapay zekâ, bilgi çağını yeni bir boyuta taşıdı: hız, erişim ve üretim sınır tanımıyor. Fakat bu sınırsızlığın içinde asıl sorun artık “bilgiye ulaşmak” değil, bilginin doğruluğunu, güvenliğini teyit etmek ve kullanımını koruyabilmek haline dönüşmüş durumda.
Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Riskler Raporu 2025, “yanlış bilgi” ve “dezenformasyon”u önümüzdeki iki yılın en ciddi küresel riskleri arasında gösteriyor. Aynı raporda, “siber casusluk ve dijital savaş” da bilgi güvenliğiyle doğrudan bağlantılı, yükselen tehdit başlıkları arasında yer alıyor. Bu tablo bilginin stratejik bir güç unsuru haline geldiğini da açıkça ortaya koyuyor.
Bilginin demokratikleşmesi, şeffaflık ve erişilebilirlik açısından büyük bir ilerleme anlamına gelirken, bir tıklama ile milyonlara ulaşabilen yanlış bilgi; toplumların ortak gerçeklik algısını bozabiliyor, kurumlara olan güveni sarsabiliyor, bireylerin karar alma süreçlerini manipüle edebiliyor. Bu noktada “bilgi güvenliği”, yalnızca teknik bir konu değil, aynı zamanda bireysel, toplumsal ve kurumsal bir sorumluluk haline geliyor. Her bireyin ve kurumun dijital ekosistemdeki rolü, bir zincirin halkası kadar kritik.
Bu çerçevede, yapay zekâ çağında bilginin güvenilirliğini koruma ve bilgi güvenliği alanındaki yeni riskler üzerine Eczacıbaşı Holding Dijital Güvenlik ve Risk Yönetimi Müdürü Ersin Uslu ile Yaşam Blog için konuştuk.
Yapay zekâ, bilginin üretim biçimini kökten değiştirdi. Sizin gözünüzde bu dönüşüm ne ifade ediyor? “Bilgiye sahip olma” ile “bilgiyi doğrulama” arasındaki fark bugün neden bu kadar önemli hale geldi?
Yapay zekâ, bilgiye erişimi hiç olmadığı kadar kolaylaştırdı; başka bir deyişle, bilgiyi demokratikleştirdi. Ancak bu kolaylık, beraberinde yeni bir karmaşıklık getirdi: güven karmaşıklığı. Artık asıl mesele bilgiye ulaşmak değil, o bilginin nasıl, kim tarafından ve hangi verilerle üretildiğini anlayabilmek.
Yapay zeka üretkenliği artırırken doğruluk, tarafsızlık ve kaynak güvenilirliği sorunlarını da beraberinde getiriyor. Bu nedenle artık sadece bilginin içeriği değil, o bilginin nasıl üretildiği, hangi verilerle beslendiği ve kim tarafından doğrulandığı çok daha kritik hale geldi.
Biz siber güvenlik profesyonelleri için bu, yeni bir farkındalık eşiği: Artık sistemleri korumanın ötesinde, “bilginin güvenliğini” ve “yapay zeka tarafından üretilen bilginin doğruluğunu” da yönetmek zorundayız.
İnternetin yaygınlaşması ve teknolojik cihazların gündelik hayatın parçası haline gelmesi, bilgiye erişimi geçmişte hiç olmadığı kadar hızlandırdı ve bilgi hem demokratikleşti hem de kırılganlığı arttı. Erişimin kendisinden çok güvenin tartışıldığı bu dönemde, sizce güven kavramı nasıl tanımlanıyor?
Dijital çağda güven artık varsayılan bir duygu değil, doğrulanabilir bir süreç.
Geçmişte güven, ilişkiler ve deneyimler üzerinden inşa edilirdi; bugünse algoritmalar, veri akışları ve kimlik doğrulama mekanizmaları üzerinden yeniden tanımlanıyor. Güvenin yeni formu, şeffaflık, izlenebilirlik ve hesap verebilirlik ilkeleri üzerine kurulu.
Bizler için güven, yalnızca sistemlere erişim hakkı tanımak değil; verinin bütünlüğünü, gizliliğini ve sürekliliğini sürdürülebilir şekilde koruyabilmek.
Dolayısıyla dijital dünyada güven, “bir kez inşa edilip unutulan” bir olgu olmaktan çıktı, sürekli izlenen, ölçülen ve geliştirilen bir yönetişim alanı haline geldi.
Dünyanın önde gelen kurumlarının yaptığı araştırmalar ve yayınladığı raporlar, örneğin Dünya Ekonomik Forumu (WEF) ve Gartner gibi, yapay zekâ çağında bilgi bütünlüğü ve güvenliğini öncelikli gündem maddeleri arasında gösteriyor. Kurumlar bu döneme nasıl hazırlanmalı? En kritik kırılma noktaları neler olabilir? En öncelikli riskler neler?
Yapay zekâ dönemine hazırlığın en kritik adımı, kurumların kendi dijital varlıklarını ve bağımlılıklarını yeniden tanımlaması. Çünkü bugünün riskleri, yalnızca teknik zafiyetlerden değil, kurumların iş süreçlerinin otomasyon ve algoritmalara bağlı hale gelmesinden kaynaklanıyor.
Kurumlar için en büyük kırılma noktası, “kontrolün nerede olduğu” sorusu. Yapay zekâ modelleri kritik süreçlere entegre edildikçe, alınan kararların, işlenen verilerin ve yapılan işlemlerin doğruluğunu takip etmek çok daha zorlaşıyor. Bu nedenle hazırlık süreci, teknik güvenliğin ötesinde şeffaf iş akışları, güçlü iç denetim mekanizmaları ve AI kullanımının sınırlarını belirleyen açık politikalar gerektiriyor.
Yeni dönemin en öncelikli riskleri arasında; yanlış yönlendirilmiş otomasyon, manipüle edilebilir modeller, tedarik zincirinden kaynaklanan yapay zekâ zafiyetleri ve operasyonel süreçlere sızan kimlik temelli saldırılar öne çıkıyor. Bu riskler, yalnızca bilgi kaybına değil, fiziksel ve ekonomik etkilere de yol açabiliyor.
Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri, 2021 Colonial Pipeline fidye yazılımı saldırısı. ABD’nin doğu yakasındaki en büyük akaryakıt boru hattı işletmecisi olan Colonial Pipeline, saldırganların çok faktörlü kimlik doğrulaması bulunmayan bir VPN hesabını ele geçirmesi sonucunda faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldı. Bu durum dijital süreçlerdeki tek bir zafiyetin, fiziksel dünyada yakıt kıtlığı, tedarik zinciri aksaması, uçuş iptalleri gibi geniş çaplı sonuçlara yol açabileceğini gösteren önemli bir örnek.
Bu örnek, kurumların yeni döneme hazırlanırken yalnızca teknolojiyi güçlendirmesinin yeterli olmayacağını; erişim yönetimi, iş sürekliliği, tedarik zinciri güveni, rol ve sorumluluk matrisleri, operasyonel dayanıklılık ve denetim kapasitesi gibi unsurların da bütüncül bir çerçeveye oturtulması gerektiğini açıkça gösteriyor.
Geleceğe baktığınızda bilgi güvenliği alanında sizi en çok heyecanlandıran gelişme ne? Teknoloji bu kez hangi yönde bir koruma, doğrulama veya güven inşa etme potansiyeli taşıyor?
En heyecan verici gelişme, güvenliğin artık pasif bir duvar değil, canlı bir sistem haline gelmesi.
Geçmişte bilgi güvenliği tehditlere tepki veren bir savunma hattıydı; bugün ise yapay zekâ, otomasyon ve davranış analitiği sayesinde riskleri oluşmadan önce öngörebilen bir yapıya dönüşüyor. Bu değişim, sadece korunma biçimimizi değil, güvenliğe bakış açımızı da kökten değiştiriyor.
Teknoloji artık pasif bir kalkan değil, sürekli öğrenen ve kendini uyarlayan bir güvenlik ekosistemi kurmamızı sağlıyor. Özellikle yapay zeka destekli tehdit istihbaratı, otonom güvenlik operasyonları gibi alanlar, gelecekte güvenliğin omurgasını oluşturacak.
Biz bu dönüşümü, insanın karar gücüyle teknolojinin öğrenme kapasitesini buluşturan yeni bir güven yaklaşımı olarak görüyoruz. Kısacası, geleceğin güvenliği yalnızca korumaya değil, öngörmeye ve öğrenmeye dayalı olacak.
Bilgi güvenliği yalnızca sistemlerle değil, insanların davranışlarıyla da şekilleniyor. Çalışan farkındalığı bu denklemin neresinde duruyor?
Çalışan farkındalığı, kuruluşların aslında en güçlü güvenlik katmanı. Çünkü teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, saldırıların büyük bölümü hala insan davranışını hedef alıyor.
Özellikle yapay zekâ ile üretilen deepfake (sahte görsel ve ses içerikleri) vakaları bu gerçeği çarpıcı biçimde gösteriyor. Gerçeğinden ayırt edilmesi neredeyse imkânsız ses ve görüntü manipülasyonları, bugün sadece kamuoyunu değil, iş dünyasını da etkileyen yeni bir sosyal mühendislik biçimine dönüştü.
Son dönemde bazı şirketlerde yöneticilerin sesi veya görüntüsü taklit edilerek yapılan sahte ödeme talimatları, milyonlarca dolarlık kayıplara neden oldu. Bu tür saldırılar, teknolojik sistemlerden önce insanların farkındalık reflekslerini test ediyor.
Güvenlik hiçbir zaman yalnızca teknolojik bariyerlerle sağlanamadı. İnsan sezgisi, riskleri fark etmenin ve doğru refleksi gösterebilmenin hâlâ en güçlü aracı. Bu nedenle eğitimler, tatbikatlar ve gerçek senaryolar üzerinden geliştirilen deneyimsel programlar, teknik çözümler kadar hatta kimi zaman onlardan da önemli bir rol oynuyor.
Çünkü geleceğin güvenliği, sadece sistemlerin direncine değil, insanların şüphe etme ve sorgulama refleksine bağlı olacak.
Son dönemde kimlik hırsızlığı, sahte haberler, dijital dolandırıcılık gibi tehditler günlük yaşamın parçası haline geldi. Bireylerin bu konuda bilinçlenmesi ve toplumsal farkındalığın artması neden bu kadar önemli? Sizce bu tehditlerle mücadele, nasıl bir toplumsal bilinç veya iş birliği gerektiriyor?
Kimlik hırsızlığı, sahte haberler ve dijital dolandırıcılık artık yalnızca siber güvenliğin değil, toplumsal güvenin de konusu. Yanlış bilginin yayılması ya da bir kimliğin taklit edilmesi sadece bireysel bir kayıp yaratmıyor. Aynı zamanda kurumlara, medyaya ve birbirimize duyduğumuz güveni de zayıflatıyor.
Gerçek dijital güven, yalnızca güçlü sistemlerle değil, ortak bir bilinçle kuruluyor. Bireylerin günlük davranışları, bu bilincin en somut göstergesi. Örneğin bir dijital dolandırıcılık ya da siber saldırı vakasıyla karşılaşıldığında bunu yalnızca kişisel bir tehdit olarak görmek yerine, doğru kanallara bildirmek ve başkalarının da farkına varmasını sağlamak büyük önem taşıyor. Bu tür bireysel adımlar, zincirleme biçimde toplumsal farkındalığı artırıyor.
Kurumların ya da kuruluşların da aynı şekilde sorumluluk alanını yalnızca teknik önlemlerle sınırlamaması gerekiyor. Farkındalık kampanyaları düzenlemek, çalışanları bilgilendirmek, cezai ve yönetsel mekanizmaları kurmak ve bu konularda şeffaf iletişim yürütmek, güvenin yeniden inşasında önemli rol oynuyor.
Güvenli bir dijital gelecek, gelişmiş teknolojilerle değil, riskleri fark ettiğinde sorumluluk alan, paylaşarak bilinç uyandıran ve toplumsal refleksi güçlü bireylerle mümkün.