OpenAI DevDay, yapay zekâ dünyasının en önemli oyuncularından biri olan OpenAI tarafından 2023’ten bu yana her yıl düzenlenen, geliştiricilere ve teknoloji meraklılarına yönelik küresel bir etkinlik. Bu yıl da yapay zekânın günlük yaşama, üretkenliğe ve iş dünyasına entegrasyonunun öne çıktığı ve 6 Ekim’de düzlenen etkinlikte, teknoloji dünyasının nabzı San Francisco’da attı. Bu yıl etkinliği yerinde izleyen Eczacıbaşı Holding Veri Analitiği Müdürü Ece Özbilen, son gelişmeleri, paylaşılan vizyonu ve perde arkasındaki heyecanı Yaşam Blog okuyucuları için aktardı.

San Francisco’ya ilk kez 8 yıl önce gittiğimde, şehir beni yoğun yağmur ve sis altında karşılamıştı. Öyle ki, şehrin simgesi Golden Gate Köprüsü’nü tam karşımda olmasına karşın göremeden, İstanbul’a hasta bir şekilde dönmüştüm. Yıllar sonra bu kez yazdan kalma güneşli bir ekim haftasında, 30 dereceye varan sıcaklıkta, sokaklarında sürücüsüz Waymo araçlarının dolaştığı San Francisco’daydım: OpenAI DevDay’e katılmak için.

OpenAI bu etkinlikte stratejik kararlarını, vizyonunu ve geliştirdiği en yeni teknolojileri, modelleri ve araçları kendi ekibi aracılığıyla canlı demolar ve oturumlarla paylaşıyor. Etkinliğin temel amacı kuşkusuz sadece bilgi paylaşımı değil; geliştiricilere ilham vererek, onları yeni nesil yapay zekâ çözümlerini üretmeye teşvik etmek ve bu sayede ekosistemi büyüterek yapay zekâ alanındaki dönüşümü olgunlaştırmak. Her yıl San Francisco’da fiziksel olarak düzenlenen DevDay, aynı zamanda dünya çapında canlı yayınlarla milyonlarca kişiye ulaşıyor.

OpenAI DevDay’i bu kadar özel ve heyecan verici kılan unsurlardan biri, başvuru sürecinin herkese açık olması ve katılımcıların bireysel olarak başvuru yapabilmesi. Başvuruların bir seçim sürecinden geçmesi ve yalnızca sınırlı sayıda geliştiricinin kabul edilmesi de bu deneyime ayrı bir anlam katıyor.

OpenAI DevDay’e katılmak isteyen herkes için süreç şeffaf ama oldukça seçici ilerliyor. Genellikle temmuz ayının son haftasında başvuru çağrısı yapılıyor. Başvurular yaklaşık bir hafta boyunca açık kalıyor ve herkesin bireysel olarak başvuru yapabilmesine olanak tanınıyor.

Başvuru sürecinden de kısaca bahsetmem gerekirse, önce kısa bir çevrim içi form dolduruyorsunuz. Basit bilgiler isteniyor ama esas farkı yaratan bölüm, kendinizi anlattığınız kısım. Ne kadar net ve özgün yazarsanız, o kadar dikkat çekiyorsunuz.

Sonuçlar ağustos başında açıklanıyor. Kabul alırsanız, kaydı tamamlamak ve 650 dolarlık ücreti ödemek için yalnızca bir haftanız oluyor. Ardından OpenAI ekibi düzenli bilgilendirmelerle sizi sürece hazırlıyor. Ve daha yola çıkmadan hissedilen ilk duygu hep aynı: merak.

OpenAI DevDay’e ilk kez katıldım. Etkinlik gününde fiziksel olarak orada bulunmak, şimdiye kadar yalnızca çevrimiçi takip ettiğim dünyanın içine adım atmak gibiydi. Tanıştığım herkesin farklı ülkelerden, farklı şehirlerden, çeşitli kuruluşlardan, girişimlerden, üniversitelerden ve bireysel projelerden gelmesi; bir kez daha OpenAI ekosisteminin ne kadar zengin, çeşitli ve kapsayıcı olduğunu gösterdi.

Etkinlik boyunca gözlemlediğim bir diğer önemli nokta ise, ne yazık ki teknoloji alanında kadın temsilinin hala oldukça sınırlı olmasıydı. DevDay gibi küresel ölçekte ses getiren bir etkinlikte bile kadın katılımcı sayısı gözle görülür şekilde azdı.

Farklı perspektifler, deneyimler ve hikayelerle bir araya gelmek; benim için yalnızca teknik bilgimi genişleten değil, aynı zamanda ilham da veren bir deneyimdi.

Yazının devamında ise etkinliğin en dikkat çekici anlarını, ana sahnede gerçekleşen üç oturumu merkeze alarak etkisini daha geniş bir çerçeveden birlikte değerlendirelim.

Sam Altman:

“Yapay zekâ, insanların yalnızca denemek ya da oynamak için geliştirdiği bir şey olmaktan çıktı; artık her gün işlerini kurarken, üretirken, inşa ederken kullandıkları bir araca dönüştü.”

Etkinlik Sam Altman’ın bu sözleriyle başladı. Bu cümle, OpenAI’ın son üç yılda kat ettiği yolu özetliyordu. 2023 yılında gerçekleştirilen ilk DevDay etkinliğinden bu yana hızla büyüyen OpenAI ekosistemi, yapay zekâ alanındaki bu dönüşümün hızlanarak devam edeceğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Konuşmada son 3 yılın karşılaştırıldığı veriler, bu dönüşümün önümüzdeki dönemde daha da hızlanarak hayatımızın merkezinde yer alacağını gösteriyor.

Geliştirici Sayısı: OpenAI ile geliştirme yapan geliştirici sayısı 2 milyondan 4 milyona çıktı.

Kullanıcı Artışı: ChatGPT'nin haftalık kullanıcı sayısı 100 milyondan 800 milyona ulaştı.

API Kullanımı: API üzerinden işlenen token sayısı dakikada 300 milyondan 6 milyara çıktı.

Açılışta bu yıl ilk kez başlatılan özel bir gelenek de dikkat çekiciydi:

10 milyar, 100 milyar ve hatta 1 trilyon token
işleyen uygulamaları geliştiren ekipler sahnede onurlandırıldı. 10 milyar tokenin ne anlama geldiğini daha iyi kavramak için küçük bir karşılaştırma yapmak gerekirse; bu miktar yaklaşık 40 milyon kitap sayfasına ya da Harry Potter serisini 400 bin kez okumaya eşdeğer.

OpenAI, geliştiricilere verdiği plaketi şöyle tanımlıyor:

“Bu tasarım, kullanıcılarımızın gerçek dünyada yarattığı etkiyi ve bu yolculukta ulaştıkları dönüm noktalarını kutlamak için geliştirildi. Aynı zamanda birlikte inşa ettiğimiz parlak geleceği simgeliyor.”

Bugün itibarıyla bu dönüm noktalarına ulaşan yalnızca 141 şirket bulunuyor.

Yeni dönem: Ajanlar, uygulamalar ve hız kazanan üretkenlik

Başlangıç oturumunda OpenAI, dört başlık altında platform stratejisini ve en yeni geliştirmelerini paylaştı.

  • İlk olarak, ChatGPT artık bir uygulama platformuna dönüşüyor.

Booking.com, Figma, Spotify, Coursera, Canva, Zillow ve Expedia gibi farklı hizmetlere doğrudan ChatGPT arayüzü üzerinden erişmek mümkün olacak. Kısacası ChatGPT, farklı ihtiyaçlara tek bir noktadan ulaşabileceğimiz bir “superapp” haline geliyor.

Canlı demoda Coursera platformundaki bir eğitim videosuyla etkileşime geçmenin (uygulamayla konuşmanın) ya da Canva kullanarak dinamik ve eğlenceli bir poster oluşturmanın ne kadar pratik olduğunu görmek, bu yeniliğin ChatGPT üzerinden uygulamalar arasında da ufuk açıcı bir etkileşim deneyimini çok kısa sürede mümkün kılabileceğini hayal etmemi sağladı.

  • Bir diğer yenilik, AgentKit adı verilen araç seti oldu.

AgentKit’i, OpenAI platformunda, yapay zekâ çözümlerinde prototipten üretime geçişi kolaylaştırmak üzere geliştiriciler ve kurumlar için tasarlanmış ajanlar (agents) özelinde bir araç seti olarak düşünebiliriz.

AgentKit, ajanları güvenli bir şekilde oluşturmak, dağıtmak ve yönetmek amacıyla tasarlanmış kapsamlı bir set: Görsel çoklu iş akışı oluşturmak için Agent Builder, son kullanıcı deneyimine sohbet arayüzü geliştirmek için ChatKit, ajanları şirket içi sistemlere, verilerine ya da üçüncü taraf sistemlere güvenli şekilde bağlamak için Connector Registry ve son olarak ajanların performansını değerlendirmek için Evals çözümlerinden oluşuyor.

Son dönemde “2025 ajanların yılı olacak” öngörüsünün doğrulandığını görmek heyecan verici. OpenAI bu dönüşümü yakalayıp geliştiricilere pratik, erişilebilir ve güvenli bir altyapı sunmayı başarmış durumda.

Öte yandan, n8n gibi iş akış otomasyon araçlarını çoktan ajanlarla entegre etmeye başlayanlar için bu yeni platformda hala alınacak mesafe olduğunu da söylemek gerekiyor.

  • Yapay zekâ destekli yazılım geliştirme sürecinde yapay zekâ yardımcı pilottan gerçek bir iş ortağına dönüşüyor.

Geliştirici odaklı bir etkinlik olduğu için, neredeyse her oturumda yapılan canlı demolar katılımcıları sürecin doğrudan bir parçası haline getirdi. Sanırım hepimizi en çok etkileyen ve eğlendiren anlar, OpenAI üzerinden konferans salonunun ses ve kamera sistemiyle doğrudan iletişim kurulan o anlık demolar oldu.

Mühendislik ekipleri için en dikkat çekici duyuru ise Codex’in Slack entegrasyonu oldu. Bu sayede yazılım ekipleri, sohbet ortamında doğrudan kodlama desteği alabiliyor. Ayrıca, büyük ölçekli kullanım için yeni izleme, ortam kontrolü ve analitik panelleri de tanıtıldı.

  • Son olarak, GPT-5 Pro, Sora 2 ve Mini Realtime API’lerde yapılan güncellemeler, OpenAI’ın bir sonraki büyüme aşamasında geliştiricilere daha da fazla alan açmayı hedeflediğini gösteriyor.

Altman bu oturumu şu sözlerle sonlandırdı: “Gerçekten önemli bir dönüm noktasına tanıklık ediyoruz. Eskiden aylar, haftalar süren yazılımlar artık çok daha kısa sürede geliştirilebiliyor. Artık dev bir ekibe değil, sadece iyi bir fikre ihtiyacınız var, her zamankinden daha hızlı.”

Kurucu vizyonun perde arkası

OpenAI’in kurucu ekibinde Sam Altman, Elon Musk ve Ilya Sutskever ile yer alan, hâlen şirketin başkanlığını sürdüren Greg Brockman, “Developer State of the Union” oturumunu yönetti. Oturum, OpenAI’ın kuruluş misyonu ve bugüne kadarki gelişim yolculuğuyla başladı.

Brockman, 2015’te belirlenen yol haritasının yalnızca üç basit hedefe dayandığını anlattı:
  1. Pekiştirmeli öğrenmeyi (Reinforcement Learning) çözmek,

  2. Denetimsiz öğrenmeyi (Unsupervised Learning) çözmek,

  3. Ve giderek daha karmaşık şeyleri öğrenmek.

Bugün yapay zekâ bakış açımızı kökten değiştiren modellerin bu kadar sade bir vizyondan doğmuş olması gerçekten çarpıcı. Steve Jobs’un da söylediği gibi: “Basit olmak, karmaşık olmaktan daha zordur; çünkü düşünceni sadeleştirmek için çok çalışman gerekir.”

Bu oturumda en çok ilgimi çeken bölümlerden biri, OpenAI’ın açık modelleri (GPT OSS) hakkında paylaşılan detaylardı.
Bu modeller, geliştiricilere yerel (local), çevrimdışı (offline) ya da şirket içi (on-prem) çalışabilen uygulamalar geliştirme esnekliği sunuyor. Kısacası, kurumlar artık yapay zekâyı yalnızca bulutta değil, kendi sistemlerinde de özgürce kullanabiliyor.

Rakamlar da bu etkiyi açıkça ortaya koyuyor:

  • Yalnızca iki ay içinde Hugging Face platformunda 23 milyon indirme gerçekleşmiş.

  • Bu modellerle düzenlenen bir hackathon’a 147 ülkeden geliştirici katılmış.

Hackathon’daki örneklerden biri özellikle dikkat çekiciydi:

Doğal afetler sırasında ağların çöktüğü durumlarda kullanılmak üzere geliştirilen bir merkezsiz ajan (mesh agent), insanları çevrimdışı ortamda birbirine bağlayabiliyor, dilleri anlık olarak çevirebiliyor ve kullanıcıları en yakın acil yardım kaynaklarına yönlendirebiliyor.

Bu örnekler, açık kaynak ve küçük dil modellerinin yapay zekâyı “insanların cebine taşıma” potansiyeline işaret ediyor. Yakın gelecekte, bu yönde yepyeni bir dönüşümün kapısında olduğumuzu hissettirdi.

Tüm bu yenilikler kapsamlı canlı demolarla aktarıldı. İzlemek isteyenler, oturumların kayıtlarına ve içeriklere etkinliğin resmi sitesi üzerinden ulaşabiliyor.

Sir Jony Ive: “Teknolojiyle kurduğumuz rahatsız edici ilişkiyi yeniden tanımlayabileceğimize ve mevcut normları sorgulayıp değiştirme şansına sahip olduğumuza inanıyorum.”

Günün merakla beklenen son panelinde “A Conversation with Sam and Jony”, Sam Altman ve Jony Ive sahnedeydi.

Sir Jony Ive, teknoloji ve tasarım dünyasının tartışmasız efsanelerinden biri. iMac, iPod, iPhone, iPad ve Apple Watch gibi çağın simgesi haline gelen ikonik ürünlerin ardındaki yaratıcı zihin kendisi. Onu birçok tasarımcıdan ayıran belki de en önemli özelliği ise tasarımlarında yalnızca biçimini değil, teknolojiyle kurduğumuz ilişkiyi de yeniden tanımlayarak dönüştürmesi.

Bu nedenle OpenAI’ın ilk donanım ürünü için kendisiyle iş birliği yapılacağının açıklanması, teknoloji dünyasında büyük bir heyecan yaratmıştı. Ürünün yıl sonuna kadar tanıtılması ve OpenAI’a yaklaşık 1 trilyon dolarlık bir değer artışı kazandırması bekleniyordu. Yıl sonuna yaklaşırken ürün tanıtımı için öngörülen yeni tarih en yakın ihtimalle 2027 olacak gözüküyor.

Tabii etkinlikte bu oturumu izlerken aklımda şu soru hep vardı: Süreçle ilgili yeni bir bilgi gelir mi? Çünkü bugüne kadar öğrendiğimiz tek şey, geliştirilen ürünün bir telefon olmayacağıydı. Oturum sona erdiğinde ise bu merakın hala devam ettiğini, yalnızca bende değil, salondaki pek çok katılımcıda da benzer bir soru işareti bıraktıklarını söylemem mümkün.

Son derece doğal ve samimi bir sohbet havasında başlayan oturumda konuşmalar daha çok tasarım felsefesi ve ürün vizyonu odağındaydı. Somut teknik detaylardan ziyade, ürünü şekillendiren değerler ve geleceğe dair çizilen bakış açısı ön plana çıktı.

Altman, “Teknolojiyle etkileşim kurma şeklinde bir şeyler değişmek üzere. Telefonlar ve bilgisayarlar ne kadar harika olursa olsun, yapılacak yeni bir şey var gibi geliyor,” diyor. Ona göre, tüm bu devrime karşın kullanıcı deneyimi hâlâ eski ürün ve arayüzlerle şekilleniyor. Bu farkı kapatacak olan ise iyi tasarım.

Ive, “Değişim ve ilerleme hızının farkındaydım ama hayatımda daha önce böyle bir şeye hiç tanık olmamıştım,” diyerek devam ediyor ve bu teknolojilerin bizi sadece daha üretken değil, daha iyi versiyonlarımıza dönüştürebileceğine inandığını söylüyor. Ona göre mesele, sadece fiziksel nesneler üretmek değil, aynı zamanda onların etrafında zihinsel bir etkileşim alanı kurmak. Altman, sohbeti günün ruhuna uygun bir soruyla kapattı:

·        “Yapay zekâ dünyayı büyük ölçekte değiştirecek.
Bu dönüşüm sürecinde en çok neyin doğru yapılmasını umuyorsun?
Neyi bırakmalı, neyi korumalı, neyi inşa etmeliyiz?”

Ive’ın yanıtı hem sade hem de düşündürücüydü:

·        “Bu araçların -belki biraz naif gelebilir ama- bizi mutlu ve tatmin edici kılmasını ve bizi daha huzurlu, daha az endişeli ve daha az bağlantısız bireyler haline getirmesini umuyorum. Teknolojiyle kurduğumuz rahatsız edici ilişkiyi yeniden tanımlayabileceğimize ve mevcut normları sorgulayıp değiştirme şansına sahip olduğumuza inanıyorum.”

Günün sonunda ürünün kendisinden çok, onu mümkün kılan düşünme biçimiyle tanışmak değerliydi.
Belki lansman için biraz daha bekleyeceğiz; ama bu oturum gösterdi ki, beklemeye değer olan şey yalnızca ürün değil onu mümkün kılacak vizyonun kendisi.

OpenAI DevDay etkinliğinden döneli neredeyse 3 hafta oldu. Etkinlikten ayrılırken aklımda kalan şey yalnızca yeni model güncellemeleri ya da demolar değildi. Asıl dikkat çekici olan, her geçen gün daha sistematik ve profesyonel bir yapıya evrilen bir ekip izlenimiydi. OpenAI’ın artık kurumsal yetkinleşmeyi hedefleyen bir dönüşüm içerisinde olduğu çok net hissediliyordu.

Bu izlenim kısa sürede somut adımlarla da pekişti. Geçtiğimiz hafta, OpenAI uzun süredir üzerinde çalıştığı yeniden yapılanma sürecini tamamladı. Şirket, artık iki yapıya ayrılmış durumda: Kar amacı gütmeyen bir vakıf (OpenAI Foundation) ve ticari faaliyetleri yürüten, kar odaklı bir şirket (OpenAI Group PBC).

Tüm bu gelişmeler, yalnızca yapay zekânın değil, aynı zamanda organizasyonların geleceğine dair güçlü bir dönüşüm sinyali veriyor. Peki, bu dönüşüm bizi nasıl etkiliyor ve önümüzdeki dönemde nasıl etkileyecek?

Belki de yanıt, artık yalnızca teknolojide değil, teknolojiyle birlikte düşünme biçimimizde gizli.

Yapay zekânın daha ucuz, daha erişilebilir ve bireysel düzeyde daha yaygın hale gelmesi, çalışanların kurumlarından daha hızlı uyum sağlamasına zemin hazırlıyor. Bu da bize dönüşümün yönünü açıkça gösteriyor: Yapay zekâ, artık geleneksel olarak beklendiği gibi "yönetimden aşağıya" değil, "çalışanlardan yukarıya" doğru yayılıyor.
Bu durum, organizasyonlar için hem bir uyarı hem de bir fırsat anlamına geliyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun son raporunda (Chief People Officers Outlook) da vurguladığı gibi, insan merkezli dönüşüm burada kilit nokta: organizasyonel yapıların, rollerin, süreçlerin ve yetenek stratejilerinin yeniden kurgulanmasına ihtiyaç var.

Elbette sadece teknolojiyi benimsemek yetmiyor; veri ve yapay zekâya dair yönetişim modelleri de bu dönüşümün ayrılmaz bir parçası. Hangi verinin nasıl kullanıldığından, yapay zekâ kararlarının kim tarafından nasıl denetlendiğine kadar uzanan net çerçeveler ve şeffaf bir iletişim olmadan sürdürülebilir bir dönüşüm mümkün değil.

Kısacası, bizi bekleyen dönem “Yapay zekâyı deneme” değil, “Yapay zekâ ile yeniden düşünme” dönemi. Gerçek farkı ise teknolojiye yapılan yatırımın büyüklüğü değil, yapay zekâyı kimlerin, hangi amaçla ve nasıl kullandığı belirleyecek.