Sanat, insanın kendini ifade etme biçimlerinden en evrensel olanı. Bir müzisyenin notalarla kurduğu bağ, yaşadığı coğrafyayı ve kültürel kodları aşarak dünyanın dört bir yanında insanlara dokunabiliyor. Ancak müzisyen olmak, sadece yetenekle değil; eğitim, disiplin ve doğru fırsatlara erişimle şekillenen uzun bir yolculuk.
Türkiye’de sanatçıların ve özellikle genç müzisyenlerin uluslararası sanat ortamlarında varlık gösterebilmesi için eğitim olanaklarına erişimi büyük önem taşıyor. Ne var ki, bu süreç maddi ve yapısal engeller nedeniyle herkes için aynı derecede erişilebilir olmayabiliyor. İşte tam da bu noktada, Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Müzik Bursları gibi programlar genç yeteneklerin hayallerine ulaşmaları için kritik bir köprü görevi üstleniyor. 1987 yılından bu yana yurtdışında müzik alanında yüksek lisans yapan 173 gence burs sağlayan Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Müzik Bursları, müzisyenlerin dünya sahnesinde kendilerini gösterebilmeleri için kritik eşik görevi görüyor.
Müzisyen olmak ne demek? Kültürel sınırları aşarak uluslararası sahnede var olabilmek için hangi destekler kritik rol oynuyor? Türkiye’den dünyaya açılan genç sanatçılar, bu yolculukta hangi fırsatlarla karşılaştı, hangi engelleri aşmak zorunda kaldı?
Yaşam Blog için, Müzik Bilimci, Piyanist ve Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Müzik Bursları jüri üyesi Prof. Dr. Filiz Ali ve burs programının bursiyerlerinden fagot sanatçısı Ece Nur Özer, klasik keman sanatçısı İdil Yunkuş ve piyano sanatçısı Salih Can Gevrek ile bu sorulara birlikte yanıt ararken sanat yolculuklarını, yurt dışı eğitim deneyimlerini ve sanatın evrensel gücünü konuştuk.
Müzisyen olmak sizce ne demek?
Müzisyen, her şeyden önce sanatın her dalına ilgi duyan, merakla araştıran ve yeteneği ölçüsünde ses dünyasında kendine bir yer açan, iç dünyasında ve çevresinde yaşadıklarını özümseyen, anlamlandıran ve dile getiren bir bireydir. Kimi zaman icracı, yorumcu, kimi zaman da yaratıcıdır. Sanatçı ve müzisyen olmanın yalnızca bireysel bir ifade biçimi olmadığını da unutmamak gerekir. Müzisyenin toplumla karşılıklı bir ilişkisi, hatta sorumlulukları vardır. Eğer bir müzisyen, topluma müziğiyle bir şeyler anlatmak istiyorsa, o mesajın bir içeriği olmalı ve bizler toplum olarak o içeriğe kulak vermeliyiz. Bu yüzden sanatçı ve toplum, birbirini tamamlayan ve geliştiren unsurlardır.
Müzisyenlik, yalnızca fikir ve duygu aktarımı değil; aynı zamanda teknik ustalık ve büyük emek isteyen bir işçilik meselesidir. Bu durum görsel sanatlar için de geçerlidir; ancak özellikle müzikte, ses duyumuz aracılığıyla hatalar ve eksikler çok daha doğrudan algılanabilir. Bu nedenle müzisyenliğin işçilik kısmı, iletilen mesaj kadar önemlidir.
Sizce bir müzisyenin yetişmesinde en önemli faktörler neler?
Bu soruya tek bir cevap vermek gerçekten zor, çünkü bir müzisyenin yetişmesi çok katmanlı bir süreç aslında. Öncelikle, kaliteli bir eğitime erişim şart. Ama bunun yanında maddi destek de çok belirleyici. Çünkü müzik eğitimi, özellikle de enstrümantal eğitim, oldukça maliyetli. Enstrümanlar, ustalık sınıfları, yurt dışı programları, yarışmalar derken ciddi bir ekonomik altyapıya ihtiyaç duyuluyor.
Bir yandan da bir müzisyenin yolculuğunda en kalıcı etkiyi çoğu zaman mentörler bırakıyor. İyi bir hocayla çalışmak, sadece teknik gelişim değil, müziğe bakış açısını da şekillendiriyor. Ustalık sınıflarında farklı yorumcularla karşılaşmak, sahne deneyimi kazanmak, eleştiriye açık olmak ve sürekli öğrenmeye devam etmek... Bunların hepsi birlikte müzisyeni oluşturuyor.
Türkiye’de müzik eğitimi ve müzikal kariyer inşası konusunda nasıl bir ekosistem var? Sizce daha fazla yetenekli gencin sanat alanını seçebilmesi için hangi adımlar atılmalı?
Türkiye’de müzik eğitimi potansiyel olarak çok güçlü, ama yapısal anlamda hâlâ eksikleri var. Devlet konservatuvarları ve bazı özel kurumlar iyi işler çıkarıyor; ancak bu eğitim herkes için eşit şekilde erişilebilir değil. Coğrafi ve ekonomik farklılıklar, yetenekli gençlerin önünü kesebiliyor.
Bana kalırsa, öncelikle erken yaşta müzikle tanışma fırsatlarını artırmamız gerekiyor. Devlet okullarında müzik eğitimi daha nitelikli hâle getirilmeli. Ayrıca burs programlarıyla maddi desteklerin yaygınlaştırılması ve yurt dışı bağlantılarının güçlendirilmesi de çok önemli. Sadece yetenekli olmak yeterli değil; o yeteneği geliştirecek ortamları da sağlamamız gerekiyor.
Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi (AIMA) da tam olarak bu noktada devreye giriyor. Bunun gibi kurumlar, sadece Ayvalık gibi Ege kıyısındaki bir kasabada değil; Türkiye’nin her noktasında, birbiriyle organik ilişkiler kuran ve birbirlerini besleyen bir yapı içinde yer almalı. Ortak hedef olarak belirttiğimiz “erken yaşta müzikle tanışma fırsatlarını artırmak” amacı doğrultusunda bir ağ kurulmalıdır. Bu ağın niteliği ve araçları konusunda eminim birçok kişi farklı fikirlere sahiptir; ancak AIMA’da yıllar boyunca edindiğimiz tecrübe, bu fırsatların ne kadar değerli ve verimli olduğunu ortaya koymuştur.
Bunun gibi kurumlar, akademi, kültür-sanat camiası, iş dünyası, kültür elçileri, yerel yönetimler, hayır kurumları ve benzeri kuruluşlar arasında doğal bir bağ olarak var olur; aynı zamanda tüm bu alanlara destek olarak işlev görürler.
Genç müzisyenlere bir mesaj vermek isteseniz, onlara ne söylersiniz?
Sanat yolculuğu çok uzun ve çoğu zaman da yalnız bir yolculuktur. Ama bir o kadar da derin, anlamlı ve dönüştürücüdür. Genç müzisyenlere en büyük tavsiyem; meraklarını kaybetmemeleri ve öğrenmeye açık kalmaları olur. Müziğe tutkuyla sarılın ama sadece tek bir alana değil, sanatı ve hayatı bir bütün olarak anlamaya çalışın. Bir enstrümanı mükemmel çalmak kadar, dünyayı duyumsamak da önemlidir. Ve unutmayın ki, her sesin dünyada bir karşılığı vardır — yeter ki o sesi bulmaya cesaret edin.

Fagot sanatçısı Ece Nur Özer, klasik keman sanatçısı İdil Yunkuş ve piyano sanatçısı Salih Can Gevrek, sırasıyla 2022-2023; 2023-2024 ve 2015-2016 dönemleri arası Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Müzik Bursları tarafından desteklendi.
Küçük yaşlardan itibaren müzik eğitimine başlayan, olağanüstü yetenekli müzisyenlersiniz. Müzik serüveniniz nasıl başladı?
İdil Yunkuş: Müzisyenlerle dolu bir ailede doğduğum için, müzik serüvenim aslında ilk enstrümanımı elime almadan çok önce başladı. Küçük yaşta dinleyici olarak düzenli takip etme fırsatı bulduğum konserler, beni müziğin büyüleyici karakteri ve çok yönlü yapısıyla tanıştırdı. Böylece konuşmayı ve yürümeyi öğrendiğim yıllarda, kelimeler ve adımların yanı sıra notalar da bu yolculuğa eşlik eden temel unsurlardan biri oldu.
Salihcan Gevrek: Müzik serüvenim aslında, doğduğum gün annemin bana kulaklıkla Bach dinletmesiyle başladı diyebilirim. Annem ve babam müzisyen; bu nedenle evde müzikle iç içe büyüdüm. 5 yaşımda ders almaya başladım ve bu şekilde devam etti...
Ece Nur Özer: Müzik serüvenim, annemin bana 5 yaşındayken aldığı org ile başladı. Duyduğum melodileri kendi kendime çalmaya çalışarak saatlerimi geçirirdim. Evde sürekli mikrofonla şarkılar söyleyen, müziğin ritmine kapılan bir çocuktum.
9 yaşımdayken yeteneğimi fark eden ilkokul müzik öğretmenim Serap İşçan’ın yönlendirmesiyle konservatuvar sınavlarına girdim ve böylece müzik, hayallerimin peşinden gideceğim bir yol hâline geldi.
Büyük orkestralarla çalan bir müzisyen olmak ne anlama geliyor? Müzisyen olma yolcuğunuzda karşılaştığınız en büyük zorluklar ve sizi en çok geliştiren deneyimler nelerdi?
İdil Yunkuş: Sahne deneyimi, özellikle performans sanatlarında uzmanlaşmak isteyen sanatçılar için olmazsa olmazlardan biri. Çalışma odasında saatlerce, haftalarca, hatta aylarca en küçük detaylar üzerinde kafa yorarak, tüm enerjimizi ve zamanımızı vererek ektiğimiz tohumların meyvesini sahnede toplarız. Bu yüzden, küçük yaşlardan itibaren edindiğim her bir sahne deneyimi, bugün de hâlâ ilk hedefim olan ve içinde kendimi daima geliştirmeyi görev bildiğim ‘donanımlı sanatçı’ kimliğimin oluşumuna derin bir iz bıraktı diyebilirim.
Açık konuşmak gerekirse, bu yolculukta karşılaştığım en büyük zorluklar ve beni en çok geliştiren deneyimler çoğu zaman iç içe ilerledi. Üstelik bu deneyimlerin şekillenmesinde belirleyici olan unsurlar çoğunlukla dış faktörler değil, kendi içsel süreçlerimdi. Kendimi çok renkli bir birey olarak tanımlıyorum ve artık bu renkleri içselleştirmenin getirdiği bir bilinçle; kendime, doğaya ve çevreme daha derin bir farkındalıkla, daha açık bir bakış açısıyla yaklaşabiliyorum. Ama bu çeşitliliği içimde fark edip kabullenmeye başlamadan önce—özellikle 16-17 yaşlarımdayken—bu durumu bazen doyumsuzluk olarak algılıyor, beklentilerim karşılık bulmadığında yaşadığım durgunluğu ise tembellik olarak yorumluyordum.
Bugün, bu çok yönlü karakterimin bir çatışma değil, aslında büyük bir zenginlik olduğunu görebiliyorum. Kendimi tek bir kalıba sokmak yerine, farklı alanları bir araya getirerek ifade etmenin yollarını keşfettim. Bu süreç, hem sanatıma hem de hayata bakış açıma yön veren en değerli keşiflerden biri oldu.
Salihcan Gevrek: Büyük orkestralarla çalmak, gerçekten hem çok onur verici hem de son derece öğretici bir deneyim. Sahnede çok iyi müzisyenlerle birlikte müzik yapmak, ister orkestra ister oda müziği olsun, başlı başına çok özel bir his. Müziği paylaşmak, birlikte aynı duyguyu hissetmek ve sonunda ortaya birlikte bir ürün çıkarmak, bence her müzisyenin hayalini kurduğu bir şey.
Bir müzisyenin enstrümanını ne kadar çok çalışıp düşe kalka birçok zorlukla mücadele etmek zorunda olduğu zaten çok açık, sanatta bu böyle.
İlk önce yurtdışında okuduğum için işin finansal kısmı zordu. Türkiye'den ve Londra'dan burslarım olmasına rağmen zorluk yaşadım birçok müzisyenimiz gibi. Ama bu konuda çok şanslıyım, Londra'da özel yetenek statüsünde tam burslu okudum ve ülkemizin çok değerli kuruluşları bana hep yardımcı oldu. Beni en çok zorlayan kısmı, kariyerimde tamamen yalnız olmak. Çocukluk yıllarımdan beri sadece çalışımla kendimi göstermeye çalıştım. Hocalarım, ailem ya da başka organizasyonlardan kariyerim için faydalanmak çekindiğim bir yol. Bu da doğal olarak biraz yalnız bir yol ancak, doğru bir yol olduğunu biliyorum. Başarı ve isim için değil de, daha iyi müzik için bu yolu hiç bırakmadım. Müzik bütün bu konulardan ayrı olmalı. Bu bakış açısı beni en çok geliştiren ve güçlendiren deneyim. Hem müzisyen hem de insan olarak beni derinden etkileyen Fazıl Say'ın dediği gibi "iyiyi bulmak" için yola devam!
Ece Nur Özer: Büyük orkestralarla çalmak, müziği yalnızca icra etmek değil, onu derinlemesine hissetmek, en küçük detaylarına kadar özümsemek ve her eserin ruhuna bürünmek demektir. Orkestrada yer almak, sadece teknik beceriyle değil, sabır ve uyumla mümkün olabiliyor. Sadece kendi enstrümanını mükemmel şekilde çalmak yetmez, sabırla dinlemeyi, çevrendekilerle uyum içinde olmayı ve orkestranın canlı bir organizma gibi nefes alıp vermesine katkıda bulunmayı öğrenmek gerekiyor. Birbirini sezgisel olarak anlamak, ortak bir bilinçle hareket etmek ve müziğin içinde kaybolarak yeniden doğmak… Büyük bir orkestrayla çalmanın büyüsü işte tam da budur.
Müzisyenlik yolculuğumda en büyük zorluklardan biri, sürekli rekabet ortamında var olabilmek ve her zaman en iyi performansı sergileyebilmek oldu. Ayrıca, belirsizliklerle dolu bir meslek bu. Bir audition (seçme sınavı) sonucunu beklerken sabırlı olmayı öğrenmek, hayal kırıklıklarını birer motivasyona dönüştürebilmek gerekiyor. Zamanla rekabetin içinde kaybolmak yerine, başkalarıyla değil her gün kendimle yarışmayı öğrendim. Çünkü bu meslek, en çok da insanın kendi sınırlarını tanımasıyla ilgili.
Beni en çok geliştiren deneyimler, büyük orkestralarda çalmanın getirdiği sorumluluk ve disiplinle şekillendi. WDR Köln Radyo Senfoni Orkestrası gibi prestijli bir orkestrada iki yıl akademist olarak çalmak, profesyonel bir orkestranın temposuna ayak uydurmayı, her prova ve konserde maksimum dikkatle çalmayı, her an en yüksek seviyede çalmaya hazır olmayı ve müziğe çok daha geniş bir perspektiften bakmayı öğretti.
Türkiye’de doğup yetişen bir sanatçı olarak başka bir ülkede eğitim almak size ne kazandırdı? Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Müzik Burslarından aldığınız bu desteğin eğitiminizde ve bu yolculuğunuzda nasıl bir etkiye sahip olduğunu düşünüyorsunuz?
İdil Yunkuş: Her zaman bu topraklarda doğup büyümüş bir sanatçı olmaktan büyük gurur duydum. Ülkemizin köklü kültürel mirası, farklı medeniyetlerin bir araya gelerek oluşturduğu zenginlik ve müziğimizin derin tarihsel bağlamı, sanatsal kimliğimi şekillendiren en önemli unsurlar arasında yer alıyor.
Ancak farklı bir ülkede eğitim almak, sanatımı ve perspektifimi genişleten, beni hem bireysel hem de mesleki anlamda dönüştüren bir deneyim oldu. Farklı kültürlerden sanatçılarla bir arada olmak, sanata dair algımı derinleştirirken, kendi köklerimden beslenerek evrensel bir dil oluşturmanın önemini daha iyi kavramamı sağladı.
Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Müzik Bursları'ndan aldığım destek ise, bu yolculuğumun en kritik aşamalarından birinde bana olağanüstü bir güç verdi. Bu burs, sadece maddi bir destek olmanın ötesinde, sanatçılar için yeni ufuklar açan bir vizyonun parçası olma hissini de beraberinde getirdi. Aldığım eğitim süresince edindiğim bilgiler, kazandığım deneyimler ve kurduğum bağlantılar, sanatımı daha özgün ve çok yönlü bir noktaya taşıma yolunda bana büyük katkı sağladı. Bu süreçte bir Türk genci olarak hem ülkemin sanat mirasını uluslararası sahnede temsil etme sorumluluğunu hem de yeni ifade biçimlerini keşfetme özgürlüğünü bir arada deneyimledim.
Bu motivasyonla yürüdüğüm yolda geçtiğimiz yıl, Hollanda’nın en büyük özel müzik fonlarından biri olan Het Kersjes Fonu’nun 2024 yılı “Vioolbeurs” ödülüne layık görülmek, kariyerimde çok değerli bir dönüm noktası oldu. Başvuru sistemi olmayan bu prestijli program, adayları uzun süreli gözlem ve öneriyle belirliyor. Şu anda da eğitimimi birlikte sürdürdüğüm değerli öğretmenim Prof. Janet Krause’nin beni kurumun yöneticisi Annette den Heijer’e tanıtmasıyla başlayan bu süreçte, sahne aldığım konserler ve yarışmalar üzerinden çalışmalarımı yakından takip eden Annette, geçtiğimiz Eylül ayında beni arayarak üç yıl boyunca fon tarafından destekleneceğimi bildirdi. Bu destek sadece finansal olmakla kalmayıp, aynı zamanda özel dersler, ustalık sınıfları, festivallere katılım ve kişisel bir web sitesi gibi profesyonel gelişimimi desteklemeye yönelik tasarlanmış pek çok imkanı kapsayan bir yapı sunuyor.
Bu ödüle daha önce layık görülen sanatçılar arasında yer alan çok yönlü ve yenilikçi isimlerin varlığı, doğru yolda yürüdüğümü hissettirmekle kalmayıp, hayallerimin yalnız olmadığını da hatırlattı. Het Kersjes Fonu ile ortak idealleri paylaşan Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı’nın bursiyeri olmak, yalnızca bu iki kurumun gücünü arkamda hissetmemi sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda ulusal ve uluslararası alanlarda da üretmeye, öğrenmeye ve paylaşmaya devam etme cesareti veriyor. Bu yolculukta bana inanmış, yolumu aydınlatmış herkese minnettarım.
Salihcan Gevrek: 2012'de yurtdışına Londra'ya okumaya geldiğimde klasik müziğin evlerinden birine geldiğimi hissettim. Bir sanatçının Avrupa ve diğer kültürlerle etkileşim içerisinde olması en önemli faktörlerden biri. Londra'da eğitimime destek olan Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Müzik Bursları olmasaydı bu yıllar içerisinde okumam mümkün olmazdı. Bu konuda çok minnettarım, şartlar gerçekten zordu.
Ece Nur Özer: Farklı bir kültürle tanışmak ve farklı bir eğitim sistemine uyum sağlamak, müziğe ve sanata bakış açımı genişletmeme olanak tanıdı. Almanya’daki eğitim ortamı, bana sadece teknik beceriler kazandırmakla kalmadı, aynı zamanda sanatı daha özgür, daha yaratıcı ve yenilikçi bir şekilde düşünmeme ilham verdi. Orada, müziğin evrensel dilini daha derinlemesine keşfettim ve sanatı bir iletişim aracı olarak kullanma becerimi geliştirdim. Aynı zamanda farklı kültürlerden gelen müzisyenlerle çalışarak, sanatsal çeşitliliğin zenginliğini ve gücünü daha yakından hissettim.
Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Müzik Bursları’ndan aldığım destek, eğitimim sırasında karşılaştığım zorlukları aşabilmemde büyük bir motivasyon kaynağı oldu. Aldığım maddi ve manevi destek, hayallerime ve hedeflerime daha güçlü bir şekilde odaklanmamı sağladı. Bu destek sayesinde, sadece günlük zorlukların üstesinden gelmekle kalmadım, aynı zamanda sanatsal yolculuğumda daha sağlam adımlarla ilerleyebildim. Bana sunulan bu değerli yardımı, başarılarım ve elde ettiğim her bir adımla geri ödemek, kendime verdiğim en önemli sözlerden biri oldu ve bu sözü yerine getirebildim. Bu süreç bana hem sanatçı olarak hem de bir birey olarak sorumluluk bilinci ve kararlılık kazandırdı.
Son olarak, Türkiye’den çıkan genç müzisyenlere ilham verecek bir mesajınız var mı? Bugün aynı hayali kuran genç sanatçılara ne söylemek istersiniz? Onlara en büyük tavsiyeniz ne olurdu?
İdil Yunkuş: Hayal kurmaktan asla vazgeçmeyin. Sanat ve müzik, bütün geçim kaynağı sağlayan ‘meslek gruplarının’ ötesinde, özümüzü aynalayan ve hayat boyu sürecek olan çok özel bir yolculuk. Bu yolculuk süresince kendi gelişiminize zaman tanımayı unutmayın. İstek, sabır ve kararlılıkla ulaşamayacağınız bir hedef yoktur. Evin güneş gören köşesine yerleştirildiğinde, dengeli su ve sevgiyle büyüyen bir çiçek gibi.
Salihcan Gevrek: Bana hayatımda en çok ilham veren hocam dünyanın en büyük piyanistlerinden biri Dmitri Alexeev'in paylaşmak iletmek isterim: “Müziği olabildiğince daha çok sevmek”. Bu kulağa basit gelse de çok düşündürücü ve derin bir mesaj. Aldığım bütün tavsiyelerden ayrılan ve tamamen konunun çekirdeğine inen duyduğum en güzel mesaj. Umarım genç meslektaşlarıma bir şey ifade eder..
Ece Nur Özer: Bugün aynı hayali kuran genç sanatçılara şunu söylemek isterim: Bu yol kolay bir yol olmayacak. Ancak karşılaştığınız her zorluk, sizi daha güçlü ve daha olgun bir sanatçıya dönüştürecek. En büyük tavsiyem, müziğe duyduğunuz sevgiyi her koşulda korumanız. Çünkü sizi asıl ayakta tutacak olan da, enstrümanınıza yeniden sarılmanızı sağlayacak olan da bu sevgi olacak. Kendinizi sürekli geliştirin, farklı bakış açıları kazanmaya çalışın ve öğrenmeye daima açık olun. Yolun başında her şey biraz zorlayıcı görünebilir, ama tutkuyla ilerlemeye devam ederseniz, her şeyin üstesinden gelebilirsiniz. Başarı, yalnızca yetenekten değil, aynı zamanda kararlılıktan ve sevdiğiniz şeye olan bağlılıktan gelir. Müziğin gücüne güvenin, yolculuğunuzda ilerledikçe hayallerinize bir adım daha yaklaşacaksınız.
Bursiyerlerle kısa kısa…
En büyük hayaliniz?
İdil Yunkuş: Ülkemizde gelişmekte olan sanat ve müzik alanına katkıda bulunacak yenilikçi projeler ve girişimler üzerinde çalışmak.
Salihcan Gevrek: İnsanların daha uyum içinde ve insani koşullarda yaşayabilmesi.
Ece Nur Özer: En büyük hayalim aslında şu anda gerçeğe dönüşüyor. Almanya’da bir orkestrada solo fagotçu olmak, benim için her zaman büyük bir hayaldi. Binlerce kişinin izlediği bir konserde, her bir notayla onların kalplerine dokunmak, ruhlarında bir iz bırakmak ve onlara bir şeyler hissettirebilmek… Bu, müziğin en derin gücünü hissettiğim, en tatmin edici anlardan biri.
Yaşayan ya da bugün aramızda olmayan hangi müzisyenle/sanatçıyla aynı sahneyi paylaşmak isterdiniz?
İdil Yunkuş: Ayla Erduran.
Salihcan Gevrek: Bu liste gerçekten çok uzun, sayfalarca sürebilir... Kendi ülkemden, beni çocukluğumdan beri derinden etkileyen Fazıl Say ile aynı sahnede olmayı çok isterim. Muhteşem iki piyano repertuarlarından eserlerle... Ve tabii ki S. Rachmaninov. Efsane kemancı Fritz Kreisler, çellist Daniil Shafran, şef Carlos Kleiber… Yaşayan şeflerden Klaus Mäkelä ve Kirill Petrenko… Liste uzayıp gidiyor.
Ece Nur Özer: Ünlü şef Sir Simon Rattle ile aynı sahneyi paylaşmak ve onunla çalışmak kesinlikle en büyük hayallerimden biri. Ayrıca artık aramızda olmayan ünlü şef Claudio Abbado ile bir kez bile olsa aynı sahnede yer almak, müzikteki derinliğini hissetmek benim için büyük bir onur olurdu. Dünyaca ünlü piyanist Martha Argerich ile sahnede olmak da hayallerim arasında. Onun müziğe yaklaşımını ve sahnedeki tutkusunu görmenin, bir sanatçı olarak bana çok şey katacağına inanıyorum.
Nelerden ilham alıyorsunuz?
İdil Yunkuş: Özgün olmaktan çekinmeyen, işini hem görev bilinciyle hem de tutkuyla yapan tüm sanatçılardan.
Salihcan Gevrek: Spesifik bir örnek veremem sanırım, çünkü hayatın her anında ilham almak mümkün. Bence hayatta olmak en büyük ilham kaynağı. Ve tabii doğa...
Ece Nur Özer: Ailem, her zaman yanımda olan en büyük destek kaynağım. Onların sevgi ve güveni, bana cesaret veriyor ve müzikle olan yolculuğumda hep güçlü kalmamı sağlıyor.
Fagotum ise adeta bir dost gibi; her gün bana yeni şeyler öğretiyor ve yepyeni dünyaların kapısını aralıyor.
En büyük ilham kaynağım ise idolüm ve çok sevdiğim hocam Prof. Henrik Rabien. Onun müziğe yaklaşımı, tutkusu ve sanata duyduğu derin sevgi, bana her gün ilham veriyor ve kendimi daha da ileriye taşıma konusunda motive ediyor.
Ayrıca izlediğim konserler, dinlediğim müzikler, boş zamanlarımda yaptığım sakin yürüyüşler ve doğayla iç içe geçirdiğim anlar da bana sürekli yeni fikirler ve ilhamlar sunuyor.
En unutamadığınız performansınız?
İdil Yunkuş: Değerli Burak Tüzün yönetimindeki Hacettepe Senfoni Orkestrası ve TRT Çoksesli Korosu ile yer aldığım, Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlamaları kapsamında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) Ana Salon’da gerçekleşen konserimiz.
Salihcan Gevrek: Geçen sene bir yarışmada ilk kez icra ettiğim Mozart Concerto No. 20. eserini bir ay içinde öğrendim ve iki piyano ile bile prova yapmadan, sadece yarışma günü orkestrayla bir kez baştan sona çalıp doğrudan sahneye çıktım. Medici TV kameralarının önünde, tüm baskıya rağmen, prova ve konser deneyimi olmadan tamamen yeni bir eserle sahnedeydim.
Orkestranın ilk notasından itibaren Mozart’ın dehasını ve müziğin gücünü hiç bu kadar saf bir şekilde hissetmemiştim. Çok trajik ve dramatik bir eser ama aynı zamanda umut dolu. Mozart’ın müziğini kelimelerle anlatmak imkânsız. Kayıt şu anda YouTube’da mevcut, umarım izleyenler de aynı duyguyu hisseder.
Ece Nur Özer: Unutamadığım birçok konser ve performans var, ancak bazıları hissettirdikleriyle bambaşka bir yerde duruyor. WDR Köln Radyo Senfoni Orkestrası’yla çıktığımız, üç hafta süren Çin turnesinde, Brahms’ın 3. Senfonisi’nin üçüncü bölümünü çalarken hissettiklerim tarifsizdi.
Geçmişim, emeğim, hayallerim ve o ana kadar yaşadığım her şey, sanki o notaların içinde akıyordu. Müziğin her notasına derin anlamlar yüklediğim, sahnede gözlerimin dolduğu, kalbimin müziğin ritmiyle attığı o an… O kadar güçlü ve gerçekti ki, sahip olduklarıma şükrettiğim ve kendimi inanılmaz şanslı hissettiğim bir an olarak hafızama kazındı. Müziğin bir duygu seline dönüştüğü, benim de bu selin içinde akıp gittiğim o konseri asla unutamam.
Bir gün sanata yön verecek bir karar alacak olsaydınız, bu ne olurdu?
İdil Yunkuş: Bizlere ve bizden sonra gelecek genç nesillere de söz hakkı tanıyacak ve sahnede kitleleri bir araya getirecek bir platform yaratmak isterdim.
Salihcan Gevrek: Sanatta asıl amacın daha çok ve hızlı satmak olmadığı, kalitenin ve bireyselliğin değerinin ön planda tutulduğu bir anlayışa geri dönmeyi sağlamak isterdim.
Ece Nur Özer: Eğer sanata yön verecek bir karar alma şansım olsaydı, Türkiye’de konservatuvar eğitimi alan genç müzisyenler için daha fazla olanak yaratırdım. Öğrencilerin yalnızca teknik olarak değil, sahne deneyimi açısından da kendilerini geliştirebilecekleri orkestralar, uluslararası ustalık sınıfları ve akademi programları oluşturmak önceliklerim arasında olurdu.
Genç müzisyenlerin dünyaca ünlü sanatçılarla çalışma ve uluslararası standartlarda eğitim alma fırsatına sahip olmalarını sağlamak, Türkiye’nin müzik alanındaki geleceğini güçlendirmek adına atılacak en önemli adımlardan biri olurdu. Çünkü yetenekli gençlerin, doğru imkânlara sahip olduklarında ne kadar ileriye gidebileceklerini biliyorum.
İcra etmeyi en çok sevdiğiniz eser hangisi?
İdil Yunkuş: Hasan Niyazi Tura’nın Introduction ve Horondo Capriccioso’su
Salihcan Gevrek: John Cage – 4’33” :)
Şaka bir yana, bu liste gerçekten çok uzun... Ama birkaç örnek verecek olursam: Bach – Partita No. 6, Beethoven konçertoları, elbette Mozart… 30 Nisan’da Ankara Müzik Festivali’nde çalacağım Rachmaninov – 2. Piyano Konçertosu da bu listenin başlarında yer alıyor. Ayrıca Beethoven sonatlar, Chopin’in Op. 10 ve Op. 25 Etütleri... Buraya sığdırmak mümkün değil ve hâlâ öğrenmek istediğim birçok eser var. Bir deniz gibi, sonu yok.
Ece Nur Özer: Saint-Saëns’ın Fagot Sonatı her zaman benim için çok özel bir parça olmuştur. Çalarken adeta enstrümanımla konuşuyormuşum gibi hissediyorum, her notası farklı bir duygu, farklı bir anlam taşıyor.
Orkestra repertuvarında ise Tchaikovsky’nin 4. Senfonisi, bestecinin iç dünyasını ve duygularını en yoğun şekilde yansıttığı eserlerden biridir. Özellikle fagot solosuyla benim için çok özel bir yere sahiptir.